28 Aralık 2010 Salı

Sabunun Serüveni

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 09:18 1 yorum


Kirleri kolayca temizleyen sabunun nasıl yapıldığını biliyor musunuz?

Yağları ve kirleri kolayca temizleyen sabunun yapımında da yağ kullanıldığını biliyor musunuz?

     Sabun yaklaşık 3000 yıl önce Romalılar tarafından bulunmuş. Roma’da bulunan Sapo Dağında yemek pişirirlermiş. Pişirilen yemeklerin yağları ve odunların külleri birleşerek nehre karışırmış. Bu nehirde yıkanan çamaşırlar hep tertemiz ve bembeyaz olurmuş. Bu şekilde Romalılar kül ve yağ karışımının çamaşırları daha iyi temizlediğini anlamışlar. Sapo Dağının adından yola çıkarak sabun adını vermişler. Daha sonra kül ve kil kullanarak çeşitli sabunlar yapmışlar. İnsanlar ilk sabunu sadece çamaşırları temizlemek için kullanmışlar. Çünkü ilk sabunlar insanların ellerini tahriş edermiş. Vücutları için süt, kum, yağ ve bazı bitkileri kullanırlarmış. Daha sonra defne, fındık, çay, tarçın, papatya ve zeytin gibi bitkilerden sabunlar üretilmeye başlamış.

     Ellerimizi sadece suyla yıkadığımızda, derimizin üzerindeki yağ katmanı suyun derimize ulaşmasını engeller. Bu yüzden ellerimiz yeterince temizlenemez. Ancak sabun ellerimizden yağ ve kirleri uzaklaştırarak ellerimizin temizlenmesini sağlar.

Sabun nasıl yapılır?
Malzemeler: 6 litre zeytinyağ ,
6 litre su
1 kg.kostik (sodyumhidroksit’te olabilir)
ve metal olmayan kap.
Yapılışı:
1.yöntem soğuk su sabunu tabir edilen sabun:

6 litre suyun içinde, 1 kg. kostik tamamen eritilir. Bu eriyik zeytinyağı üzerine damla damla akıtılarak, tahta bir kaşıkla sürekli karıştırılır. İşlem bittiğinde sabun işlemi de bitmiştir. Oluşan sabun uygun ortamda soğumaya bırakılır ve sonra bıçakla kesilerek
kalıplanır.

2.yöntem sıcak su sabunu :

Aynı ölçüler kullanılır ve bunda tek fark işlemi kaynatarak tekrarlamaktır. Bu yöntemde su altta kalır ve sabun üstte toplanır.
Aynı şekilde bu sabun da uygun düz bir zemine dökülüp katılaşınca kesilir. Alttaki suyu dökebilirsiniz
Kaynaklar: Aslı UYSAL, Bilim Çocuk Dergisi” Kasım 2007 sayısı, TÜBİTAK
                        http://www.agaclar.net/forum/archive/index.php/t-3018.html

5 Aralık 2010 Pazar

Rüzgar Türbini

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 04:22 0 yorum


Bugünlerde dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de çok şiddetli rüzgarlar oluşuyor. Rüzgarlar bazen öylesine sert esiyor ki etraftaki birçok eşyayı deviriyor ve sürüklüyor. Eşyaları deviren bazen uçuran bu güçlü rüzgarlar insanlar tarafından birçok amaçla kullanılmış. Rüzgarlar bazen yelkenlilerle yolculuklarda bazen yel değirmenleriyle un yapılırken kullanılmış. Rüzgar bugünlerde ülkemizin birçok yerinde elektrik enerjisi üretmek için de kullanılıyor. Rüzgarlardan elektrik üretilmesini sağlayan şeyler ise rüzgar türbinleri…

 Rüzgar Türbinleri nasıl çalışır?
Rüzgarlar, yeryüzüne yakın hava kütlelerinin güneşin ışınlarıyla ısınarak yükselen ve soğuk hava kütlelerinin yükselen sıcak hava kütlelerinin yerini doldurmak üzere hareket etmesiyle oluşur. Rüzgar türbinleri rüzgarın etkisiyle elektrik üretmeyi sağlar. Türbinlerin üç tane uzun kanatları vardır. Bunlara pervane denir. Pervaneler esen rüzgarla dönmeye başlar.  Pervanelerin hemen arkasında bir gövde kısmı vardır. Burada pervanelere bağlı bir mil (çubuk), milin hızını artıran bir şanzıman(dişli kutusu) ve dönüş hareketini rüzgara çeviren bir üreteç vardır. Gövdenin hemen altında uzun bir kule bulunur. Bu küle 27 katlı bir bina yüksekliğindedir. Pervaneler ve gövde bu uzun kulenin üzerinde bulunur. Kulenin içinde birçok kablo vardır. Bu kablolar elektrik enerjisini trafoya taşır. Trafoda yükseltilen elektirik gerilimi (voltaj) şebekesine aktarılır.

Kısaca rüzgarlar pervaneleri döndürür. Dönen pervaneler gövdedeki mili hareket ettirir ve üreteçte elektirik üretilmesini sağlar üretilen elektrik enerjisi külenin içindeki kablolarla trafoya aktarılır ve oradan şebekelere aktarılır.

Bu rüzgar türbinleri çevreye zarar vermeden elektirik üretir. Ülkemizde Aydın, Balıkesir, Çanakkale, Hatay, İstanbul, İzmir, Manisa, Muğla ve Osmaniye’de rüzgar türbinlerinin kurulduğu Rüzgar çiftlikleri bulunmaktadır.
Kaynak: Bilgin ERSÖZLÜ, “Bilim Çocuk Dergisi” , Kasım 2010, 155.sayısı

1 Aralık 2010 Çarşamba

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 09:31 0 yorum




Çarşamba günleri yaptığımız gezilerden biriydi. Bu gün yapacağımız gezimizin ilk durağı Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesiydi. Güzel bir günde kısa bir yolculuktan sonra NGBB’ne ulaşmıştık. Şehrin merkezinde yem yeşil bir bahçeydi. İner inmez hemen etrafı gezmeye başladık. Oldukça büyük ve çok güzel bir yerdi. İstanbul’un orta yerinde böylesine doğal bir yer bulmak keyfimi yerine getirmişti.
Gezimize daha yeni başlamıştık. Arada aklımıza “çimlere basmak yasak mıdır?” diye sorular gelirken sorularımızı yanıtlarcasına bir tabela çıktı karşımıza… Hepimiz bu tabela karşısında oldukça şaşırmıştık. Bizi şaşırtan tabelanın şekli ya da boyutlar değil onun üzerinde yazan yazıydı. Aslında şaşırmamızın nedeni her zaman görmeye alıştığımız o “Lütfen Çimlere Basmayınız” veya “Çimlere Basmak Yasaktır” yazılarının yerine “LÜTFEN ÇİMLERE BASINIZ” yazmasıydı. Bu tabeladan sonra daha rahat bir şekilde gezmeye başladık.  Gezmeye devam ederken gördüğümüz bu muhteşem doğanın fotoğraflarını çekmeden olmazdı. Muhteşem kareleri bazen doğanın güzelliğiyle ve parkın şirin sakinleriyle bazen de aralarına karışarak oluşturduk.
Bu bahçede dünyanın değişik yerlerinden getirilen topraklar, değişik ağaç türleri ve çok farklı iklimlerde yetişen yüzlerce bitki varmış. Birbirinden farklı topraklar, ağaçlar, çiçekler ve otsu bitkiler burada bir araya getirilmiş. Bu güzel bahçede bu gezi alanlarının yanında aileler için mesire alanları, çocuklar için keşif ve oyun alanları ve bitki dünyasına ilgi duyanlar için bilgilendirici birçok etkinliğin yapıldığı alanlarda bulunmakta… Bu bahçeyi ziyaret edenler saatlerce yol kat etmeden şehrin merkezinde yeşil doğanın ortasında keyifli vakit geçirme ve bilgilenme fırsatını yakalıyorlar.
Bizde bu doğanın keyfini çıkarıyorduk. Yolları takip ederek gezimize yön veriyorduk. Yeşilin ortasında ağaçların, çiçeklerin ve değişik birçok bitkinin yanında parkın şirin sakinleri de bize eşlik ediyordu. Gezimiz sırasında bazen köprülerden bazen de tünellerden geçerek farklı adalara gidiyorduk. Tünellerin sonunda nereye çıkacağımız hep merak konusu oluyordu. Tünellerin duvarları Osmanlılardan günümüze çiçekler ve onların yerini anlatan resimler yer alıyor. Her tünelde farklı türden çiçeklere ait resimleri bulunuyor. Tünellerde yürürken verilen su sesi insanı bir başka türlü etkiliyordu. Her tünelin sonunda bahçenin başka güzellikleri bizi karşılıyordu.
Bahçe oldukça güzel ve büyüktü. Bir otoyol üzerinden geçerek keşif alanına çıktık. Bahçeye gelen çocuklar unutulmamıştı. Onlar içinde ev, kaykay, labirent ve köprü gibi birçok alan oluşturulmuştu. Bizde bütün bu oyuncakların çekiciliğine dayanamadık ve çocuklar gibi oynamaya başladık. İnsan doğanın ortasında güzel oyuncaklar görünce dayanamıyordu. Daha sonra keşif bahçesinde oluşturulan etkinlik bölümüne geçtik ve orada bir süre dinlendik. Bu alandaki bütün oyuncakların ahşap olması dikkatimi çekmişti. Öyle ki oyun alanının zemininde bile ince hale getirilmiş tahta parçaları kullanılmıştı. Ahşap olan bütün bu oyuncaklar çocukların ilgisini ve dikkatini çekecek renklerle boyanmıştı. Keşif alanını karşısında aileler için mesire alanları yer alıyordu. Bahçenin farklı yerlerinde küçük havuzlar oluşturulmuştu. Ayrıca küçük dereler oluşturulmuştu. Bu dereler oldukça hoş görünüyordu. Derenin akışı ve suyun sesi ortama daha farklı hava ve doğallık katıyordu.
Bizde bu güzel ortamda bazen dereler, tüneller ve köprüler geçerek bazen de adalarda yolumuzu kaybederek gezimizi tamamlamıştık. NGBB’ sinde yapılan hızlı bir doğa turunun ardından gezimizin ikinci durağına doğru hareket etmek için oradan ayrıldık. Ama…
Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi, İstanbul’un orta yerinde etrafında yükselen gökdelenlere, köprülerinin altında ve tünellerinin üstünde vızır vızır geçen arabalara, şehrin koşuşturmasına, kalabalığına ve gürültüsüne inat doğallığını korumaya devam ediyor.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 07:11 0 yorum
 EJDERHA EJO
 Yaş Grubu: 3-6 yaş
Ejderha ejo 5 kitaptan oluşuyor. Her hikayede 16 sayfa var. Kitapların her birinde Ejo'nun başından geçen bir olay anlatılıyor. Ejonun başından geçen olaylarla çocuklara farklı bir konu anlatılıyor. Çocuklar Ejderha Ejo ile eğlenerek öğreniyorlar. Çocuklar Ejo ile diş fırçalamnın önemini, lütfen demeyi, teşekkür etmeyi, eşyarı korumayı ve kardeş sevgisini öğreniyorlar...

EJDERHA EJO KİTAPLARI
Lütfen de Ejderha Ejo
Lütfen gülümse Ejderha Ejo
Aşı senden korksun Ejderha Ejo
Bırak dağınık kalsın Ejderha Ejo
Bu yaratığı seveceksin Ejderha Ejo

Bu kitap serisi 1995 yılında  Eflatun Cem Güney Çocuk Kitabı Yarışması’nda başarı ödülü kazanmış. 
Hazırlayan : Niyal AKMANALP
Resimleyen : Huban KORMAN
Yayın Direktörü : Şener SABIRLI
Özellikler :1.hamur,16 sayfa,16x24cm 
Yayınevi: Şiir Çocuk Yayınları

EJDERHA EJO LÜTFEN GÜLÜMSE
      Ejo serisinin bu kitabında çocuklara diş fırçalamanın önemi anlatılıyor. Ejo dişlerini fırçalamadığı için dişleri çürümüş. Ejo çürüyen dişlerini göstermemek için hiç gülümsemez.. Arkadaşları Ejo'yu güldürmek için çalışırlar ve onun çürüyen dişlerini görürler. Bütün arakadaşları ejoya yardım eder ve onu bu konuda bilgilendirir. 
Bu kitap çocuklara diş fırçalamanın önemini anlatıyor. Çocukların sosyal gelişimlerine, özbakım becerilerinin gelişimine, bilişsel gelişimine katkı sağlıyor. Çocuklar Ejo ile diş sağlının nasıl korunması gerektiğini, dişlerin çürümesinin nasıl engelleneceği hakkında bilgi veriyor. Ayrıca doktordan korkan çocukların diş doktorları hakkında bilgilenmesini sağlayan bir kitap...
      Çocuklarına diş fırçalamanın önemini anatmak isteyen, çocuklarına diş fırçalama alışkanlığı kazandırmak isteyen, diş fırçalama konusunda zorluk çıkaran çocukları olan ailelere önerebileceğim çok güzel bir kitap.  Biraz yaramaz, çok meraklı ama sevimlimi sevimli bir kahraman olan Ejderha Ejo ile çocuklar hem eğlenecekler hem de öğrenecekler. Onlar için çok faydalı bir kitap olduğunu düşünüyorum.



6 Kasım 2010 Cumartesi

Oyuncak Müzesi

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 05:11 0 yorum
Ekim ayının serin bir Çarşamba gününde, okulun bahçesinde geçen uzun bir servis bekleyişinin sonunda nihayet Sunay AKIN’ın kurduğu OYUNCAK MÜZESİNE gidiyoruz. Sürekli devam eden ve bir türlü son bulmayan İstanbul trafiğinin ortasında verdiğimiz büyük mücadelenin sonunda iki dev zürafanın önünde indik.
Bu iki zürafanın arasından bahçede bizi eşeğiyle Nasrettin Hoca ve sırtında azık torbasıyla Keloğlan karşılıyor. Kapıdan adımınızı atar atmaz müthiş oyuncak diyarına geldiğinizi düşünüyorsunuz. Binanın eski bir yapı ve ahşap olması ortama ayrı bir hava katıyor.

Gezmeye zamanın yıprattığı, dar merdivenlerden çıkarak en üst kattan başlıyoruz. Son kata özenle yerleştirilen at eğeri, sandık, tahta bavul ve dikiş makinesinin yanı sıra tam merdivenin sonuna konulan bir bebek arabası ve bebek insanı alıp 20. Yüzyılın başlarındaki evlerde kullanılmayan eşyaların konulduğu o tozlu tavan aralarına götürüyor.  Oyuncakları incelemeye başladıkça Almanya çoğunlukta olmak üzere ABD, Japonya, Türkiye, İspanya, Fransa ve Çin’e ait oyuncakların bulunduğu görülüyor. Oyuncakların birçoğu 1900-1980 yılları arasında yapılmış. Özellikle Almanlar 20. Yüzyılda birçok oyuncak yapmışlar.
Oyuncakların her biri muhteşem bir şekilde yapılmış. En dikkat çekici konulardan birisi oyuncakların yapıldığı zamanın özelliklerini çok başarılı bir şekilde yansıtması ve yapıldığı dönemin bir modeli gibi olması… Farklı ülkelerde farklı zamanlarda yapılan bu oyuncakların en çok fark edilen ortak özellikleri dönemleri yansıtmaları gibi görülüyor. Bunun en güzel örnekleri İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da yapılan ve savaş sahnelerini anlatan oyuncaklar, kurşun askerler, Almanlar tarafından 1915 yılında yapılan ve Kurtuluş Savaşını anlatan Türk askerler, insanların uzayı keşfetmesiyle başlayan uzay ve uzayla ilgili oyuncaklar. Ayrıca arabanın, telefonun icat edilmesinin ardından yapılan değişik modellerde minyatür arabalar, bisikletler ve telefonlar, uçakların ve gemilerin yapılmasının ardından yapılan oyuncak uçaklar, gemiler ve deniz altıları… Bunlar gibi müzede yer alan birçok oyuncak yapıldığı dönemin gelişmelerini ve olaylarını konu edinmiş.
1960 yılında Almanya'da yapılan parçalı oyuncaklar ve Türkiye’de yapılan parçalı haritalar tarih boyunca yapılan oyuncakların arasında eğitici amaçlı yapılan oyuncaklar olarak dikkat çekiyor.
Oyuncakların tamamında dikkat çeken bir diğer konu ise detaylandırılma şekilleri oluyor. Detaylar bütün oyuncaklarda göze çarpıyor. Savaşların konu edindiği savaş oyuncaklarında askerlerin hareketlerinde yüz ifadelerine kadar her şeylerinin yapılması, Almanlar tarafından yapılan Osmanlı padişahlarının kıyafetlerindeki boncuk işlemelerinin dahi yapılması…
Ayrıca yapılan evlerin, dükkanları ve sınıfların yapıldığı küçük oyuncaklar bu konuda en çok dikkat çeken oyuncaklar oluyor. Bir sınıfta yere düşen kağıdın ya da bir ayakkabıcı dükkanında oturağın üzerinde duran ayakkabı fırçasına kadar her şeyi özenle yapıldığı görülüyor. Bu yapılan müthiş detaylandırma karşısında hayrete düşmemek imkansız hale geliyor. Yapılan bütün oyacaklar gerçeğinin bire bir aynısı ya da küçültülmüş birer kopyası gibi görünüyor.
Bu çalışmalar aynı zamanda dönemin ev, okul ve iş yaşamının yanı sıra giyim ve yaşam tarzlarını da yansıtıyor. Özellikle bebeklere yapılan kıyafetler bunun en güzel göstergesi oluyor. Ancak diğer oyuncaklarda başarıyla yapılan detaylandırmaların bebeklerde o kadar da başarılı olmadığı görülüyor. Öyle ki bebeklerin yüz ifadeleri tam olarak verilememiş.  
Oyuncaklarda kullanılan malzemeler, malzemelerin kalitesi, oyuncakların detayları ülkeden ülkeye ve zamana göre değişiyor. Örneğin aynı yıllarda Almanya’da yapılan bir bebekle Türkiye’de yapılan bir bebek arasında birçok fark görülebiliyor. Almanların yaptığı bebekler daha detaylı iken Türklerin yaptığı bebeklerde çok fazla detay yer almadığı görülüyor. Bu sadece bebekler ya da Almanlar ve Türklerin yaptığı oyuncaklar için geçerli olmuyor. Bu durum farklı boyutlarda farklı ülkelerde de görülebiliyor.
Döneminin birer aynası, gerçeklerinin küçültülmüş birer kopyası gibi olan bu oyuncakların arasından çıkmak imkansız hale geliyor. Tabi ki bu oyuncakların bulunduğu bölümlerin tasarımı da unutulmamalı. Her oyuncağın konusuna göre tasarlanan bölümler ortamı daha bir eğlenceli ve unutulmaz kılıyor.

“Bu bebek aynı benim bebeğim”, “bu benim oyuncak evimin aynısı” diyerek gezdiğimiz bu güzel ortamda ve eşsiz oyuncakların arasında geçen zamanın farkına varmadan gezimiz sona eriyor. Çekilen hatıra fotoğraflarının ardından Oyuncak Müzesine hoşçakal diyoruz…
                                                                           Ezine

31 Ekim 2010 Pazar

EĞLENCELİ ÇOCUK KİTAPLARI

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 03:18 0 yorum
MEYVELERİ - SEBZELERİ TANIYALIM

“Meyveleri Tanıyalım” ve “Sebzeleri Tanıyalım” adlı bu kitaplar Şiir Çocuk yayınları tarafından basılmıştır. Adlarından da anlaşıldığı gibi bu kitaplar çocuklara meyveleri ve sebzeleri tanıtmayı amaçlamıştır. Meyvelerin ve sebzelerin özellikleri ve yararları çocuklara eğlenceli bir şekilde anlatılmaktadır. Kitapların içerisindeki resimler oldukça renkli ve eğlencelidir. Çocuklar bu eğlenceli kitaplarla meyvelerin ve sebzelerin özelliklerini ve yararlarını resimlerle ve eğlenceli bir anlatımla öğrenecekler.Kitapların tamamı çocukların ilgilerine yönelik olarak tasarlanmıştır.
Çocuklar bu kitaplarla hem eğlenecekler hem de öğrenecekler…
Yazan: Merve DOYURAN                        
Resimleyen: L. Zeki OKSEV   

4 Ekim 2010 Pazartesi

Gönderen Ezine DEMİRTAŞ zaman: 05:43 0 yorum
Merhaba Arkadaşlar;


Ben Ezine. Çocuk Gelişimi bölümünde okuyorum. Blogumu açmamın nedeni çocuk gelişimi hakında öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istemem. Çocuklarla ilgili her konuya blogumda yer vermeye çalışacağım. Çocuklar hakkında merak ettiklerinizi öğrenmek istiyosanız sizide bekliyorum.
 

Adam Olacak Umutlar Copyright © 2010 Designed by Ipietoon Blogger Template Sponsored by Emocutez